Her yerleşim biri kendince güzeldir ve size ait olumlu ya da olumsuz şeyler ifade etmesi biraz da yaşanmışlıklarınızdan gelir. Öyle kentler vardır ki, çok güzeldir ama sizi çok cezbetmez zira kendinizden bir şeyler bulamazsınız ama bazı kentler de vardır ki, ruhunuz dinlenir, her şeyi bırakıp orada o anda kalmak isterseniz.
Öncesiz, sonrasız. Ruhunuz oraya aittir ve çok klişe olmakla beraber artık hiçbir şey eskisi olmayacaktır. En çok da siz. Giderken en çok kendinizi bıraktığınız ve bir gün dönmeyi istediğiniz kentler vardır. Asla dönemeyeceğinizi bilseniz de. O kent sizin için masumiyettir, adınız sanınız orada kim olduğunuz önemli değildir. Noname olarak sizi bağırlarına basan insanlar vardır ve yaraların artık iyileşmeye başladığını şaşkınlıkla görürsünüz.
Tıpkı Türkiye’nin ilk citta slow şehri olan Seferihisar ve Sığacık gibi.
Hayatımın en sıcak hava koşullarında gidip, en çok üşüdüğüm mevsiminde Sığacık sadece benim gibi yaralı insanlara değil, herkese iyi gelebilecek güzellikte.
Henüz tam keşfedilmediğinden sakin ve dingin ama şimdilik. Diğer turizm bölgelerinin aksine rakamlar rayiç değil ve karşınıza bolca para verip aç kalacağınız yemekler de gelmiyor. Tıka basa doyuyorsunuz.
Sığacık Kalesi ve içindeki yerler gerçekten görülmeye değer. Hepsi yöresel ve hepsi özgün olan ürünler satılıyor ki, benim aldığım el yapımı sırt çantası asla sırtımdan çıkarmama rağmen geçen 2 yılda deforme bile olmadı örneğin.
Pazarları Sığacık’ta efsane bir Pazar ve kahvaltı şöleni var ki, ölmeden mutlaka yapılması gerekenler listesine alınmalı.
Bölgeye dair söylenecek çok söz var ama Teos Marina’da gün batımını yaşamak son derece başka bir duygu.