Kalkan, levrek ve hamsi gibi tadı meşhur balıklar gücenmesin ama hiçbir şey lüferin lezzetine yetişemiyor. Ünlü yabancı şefler bile bunu kabul ediyorlar. Sos falan istemeden, direk ızgaradan sofraya gelebilen muhteşem bir tat o. Eskiden padişahların boğaz ziyafetlerinde ana yemek olarak lüfer varmış. Her türlü yemek malzemesi kayığa konurmuş ama lüfer zaten o kadar bolmuş ki oltayı attın mı gelirmiş. Şimdilerde masal gibi geliyor insana.
Lüferdeki derin tat, damaklarda bıraktığı lezzet, yanına başka bir şey istemiyor. Genellikle soğuk denizlerin balığı yağlı ve lezzetli oluyor. Bu yüzden örneğin sıcak Güney sahillerinin ünlü balıkları olan akya ve lagos büyük balık olmalarına rağmen yanına lezzetlendirici unsurlar isterler. Salata falan değil, pişerken destek isteler. Örneğin önceden marine etmek gibi. Ama lüfer hiçbir şey istemez. Bu yüzden onunla fazla oynamamak gerekir.
Yani sunum için yanına bir şeyler yapın ama balığın kendisiyle oynamayın. Lüferi bütün halde ızgara yapın. Roka ve kırmızı soğan ona yeter. Çünkü çok fazla tarif yapacağım diye geleneksel tatlardan uzaklaşmamalı. 200 yıl uğraşılıp içine kıyma konularak mükemmel tadını bulmuş olan karnıyarığa tavuk koyup yenilik yaptım diye alkış bekleyen sözde aşçılardan olmayın. Ama bütün bunları yapabilmeniz için önce lüferi bulmanız gerekiyor. Ne yazık ki artık soyunu kurutuyoruz. Daha küçücükken avlanan çinekoplar büyüyüp lüfer olamadan yok oluyorlar.